Oya Karabacak’ın Kaleminden Olmak Yada Olmamak
Olmak ya da olmamak
Adım Gülbeyaz. 25 yaşımdayım. Ailemin üçüncü çocuğuyum ama aslında yokum…
ismim , doğum tarihim bir mezar taşında ama içindeki ben değilim. yaşayan bir ölüyüm.
..
25 sene önce ablam varmış. Adı Gülbeyaz.
Ateşli hastalık yüzünden 6 aylıkken ölmüş. O öldükten sonra ailem o kadar üzülmüş ki üzüntüden ben olmuşum. Evet üzüntünün ürünü de ben . Gülbeyaz.
Bana isim bulma, beni yaşatma zahmetinde bulunmamışlar ,ablamın kimliğini bana vermişler . Yeni bir yaşama başlama düşüncesi içinde olmamışlar da ölü birini yaşatmaya çalışmışlar . Yaşayan benim ama ölü doğmuş gibiyim.
16 yaşıma kadar bu durumdan haberdar değildim . Mutluydum ,neşeliydim .Öğrendim ve benim için kurtulamadığım üzüntü o zaman başladı.
Ailemden ara ara mezarlığa gidiyoruz sözünü duyardım . Mezarlığa gitmeyi hiçbir zaman istemezdim . Yüzlerce ölünün aynı alanda olduğu yere onlar nasıl gidiyordu buna da hayret ediyordum. Bir gün mezarlıkta kimi ziyarete gidiyorsunuz diye sorma gafletinde bulundum. Cevabının beni bu kadar etkileyeceğini nereden bilebilirdim?Dayımdan aldığım cevap beni bir çıkmaza soktu: Gülbeyaz’in mezarı .
Başta şaka sandım , “dayı beni öldürmeye de ne kadar meraklısın” deyip güldüm. karşımda ciddi bir surat görünce cevabın da ciddi olduğunu anladım . anlatmaya da burada başladı :
-Senin bir ablan vardı Gülbeyaz . Sen doğmadan bir sene önce doğdu altı aylıkken havale geçirdi , hastaneye yetişinceye kadar yapılacak bir şey kalmamıştı , öldü.” Dedi dayım .
Öldü kelimesi kaç dakika yankılandı kulaklarımda tahmin edemezsiniz .Kelimenin bu kadar acı olduğunu da o zaman anladım .
Bir anda bir ablam olmuş oldu ve onun yokluğuyla sınandım . Hiç tanımadığım insan ,hiç tanımadığım akrabam , ablam . Aniden doğdu ve öldü. Doğumuna sevinemeden ölümüne üzülmek de nesi?
Bu güne kadar bana söylememeleri mi daha çok içimi yaktı yoksa hiç bilmek istemeyeceğim bir şeyi öğrendiğim için mi tam olarak kestiremedim . Her halükarda mutsuz olan biri vardı, Gülbeyaz. Mezarlıktan korkan ben asıl mezarlığı şu an içimde taşıyordum . Çokk sonradan fark edeceğim bir şey oldu . Aslında üzüldüğüm onun ölümü değil kendi ölümümdü. Ablamın kimliğine bürünmüş bir ben nasıl ben olabilir?
Bunun verdiği derin üzüntüyle ben ,bir daha kendim olamadım . Benim için
en mutlu geçen 16 sene.
Kendimi ben olarak hissettiğim 16 sene. Bundan sonra kendim gibi hissedemeyecegim kaç sene vardı önümde ? Normal zaman gibi de geçmeyecekti ayrıca . Kendim olamadığım her bir dakika bir saat gibi gelecekti bana .
Şimdi kendimi hiç var olmuş gibi hissetmiyorum . Sonuçta var olan bir kimliğe uyum sağlamak için gelmiş olmadım mi dünyaya ? Her insan hayatının belli döneminde varoluşsal olarak kaygı yaşar ama bu denli büyük mü? Yok olmanın derin hüznünü yaşıyorum . Bir davranışta bulunacaksam aklıma ablam geliyor ben onun yerini doldurmak için dünyaya geldiysem onun davranışlarını sergilemeliyim diyorum . O olsa nasıl davranırdı acaba demekten kendimi alamıyorum . Kafayı yiyeceğim . Hiç tanımadığım bir insanın var düşüncesiyle şu anki davranışları hakkında fikir yürütmek mi? Okyanusa taş atıp sonra aynı taşı aramak gibi bir durum bu. İmkansız. Kendimi kaybediyorum . Artık istesem de ben olamıyorum . Rüyalarımda bile ben ,ben değilim. İki hayatı tek hayatta birleştirmek olası olabilir ancak bir ölüm ile bir hayatı aynı hayatta var edebilmek ne kadar mümkün olabilir ?
Yok olmak istemiyorum ama var da olamıyorum . Neden, neden, neden?
Kendimi bir deneyin içerisinde gibi görüyorum. Canım yanıyor .
Bir kurbağayı kaynayan suya koyarsanız, çılgınca zıplayarak kaptan çıkmaya çalışır Fakat eğer onu ılık suya koyar ve suyu yavaşça ısıtırsanız, suyun içinde uslu uslu oturur. Su yavaşça ısındıkça, kurbağa rahat bir uyuşukluk haline geçer, tıpkı sıcak bir banyo yapan bir insan gibi. Su yavaşça ısındığı için kurbağa tehlikeyi fark etmez. Ve içine girdiği rehavetle, sonunda kaynayan suyun içinde son nefesini verir. ben kaynayan suya atılmış kurbağa gibiyim. Bir anda hiç bilmediğim bir şeyi öğrendim bu benim için kaynayan su oldu ve içinde bulunduğum kap o kadar derindi ki tüm çırpınmalarıma rağmen içinden çıkamıyorum. Ne kurbağa gibi son nefesimi verebiliyorum ne de kendimi bu durumdan kurtarabiliyorum. Bilincim üzerinde karanlık bir perde var ve hiç pencere göremiyorum perdenin ardında .
Kafamın içinde bir tabut yarattım ve oraya hapsoldum. Ablamı tabuttan çıkarıp yaşatmayı denedim ama kendimi bir tabuta hapsedip orada kaldım . Aklıma çok sevip niye sevdiğimi bir türlü anlayamadigim bir şiiri getiriyor bu durum sürekli
“Evet, ben, bir kapalı hududu aşıyorum;
Ölen ölüyor, bense ölümü yaşıyorum!”
Ben ölümü yaşıyorum !