Oya Karabacak’ın Kaleminden “Tanrılaşma Kompleksi”
Kur’an-ı Kerim’e göre insan; Allah’ın bizzat kendi eliyle yaratarak ruhundan nefhettiği, maddî ve manevî organ ve cihazlarını düzgün ve dengeli bir şekilde düzenleyerek en güzel sureti verdiği en değerli ve en şerefli mahlûkudur.Yaratıcı insanı var ederken ona ruhundan üflemiştir. Yani kendi sahip olduğu kadar kuvvetli olmasa da insana belirli yetenekler ve bir miktar da güç bahşetmiştir.
Kur’an-ı Kerim’e göre insan; Allah’ın bizzat kendi eliyle yaratarak ruhundan nefhettiği, maddî ve manevî organ ve cihazlarını düzgün ve dengeli bir şekilde düzenleyerek en güzel sureti verdiği en değerli ve en şerefli mahlûkudur.Yaratıcı insanı var ederken ona ruhundan üflemiştir. Yani kendi sahip olduğu kadar kuvvetli olmasa da insana belirli yetenekler ve bir miktar da güç bahşetmiştir.
Bu güç insanda Tanrılaşma kompleksini oluşturur. Tanrılaşma kompleksi en bariz şekilde ergenlikte ‘bana bir şey olmaz ‘ düşüncesinde sonrasında ise gençlik çağında çocuk yapma olarak vuku bulur. İnsan yaratacağı bir şey olduğunu göstermek amacında olduğu için çocuğu bu yönde kullanabilir. Benim varlığım daim olsun, soyum tükenmesin düşüncesi bunu pekiştirir. Erkek egemen topluluklar da bu sebeple ortaya çıkmış olabilir. Erkek çocuğa verilen değer ile kız çocuğa verilen değer arasında geçmişten günümüze belirgin farklar vardır. Bunun en alt sebebi varlığını devam ettireceği cinsiyetin erkek çocuklar olduğu düşüncesi olabilir. Yani en temelde yine Tanrılaşma kompleksi vardır. Zaman ilerlediğinde ise bu düşünce fiziki ya da ruhsal çöküntülerle kendini çürütür. İnsanoğlu yaşı ilerledikçe hem fiziki değişimlere hem ruhsal değişimlere hem de bu anlamdaki fikri değişimlere aynı anda uyum göstermek zorunda kalır. Yaşlılık bu düşünceleri en yoğun şekilde yaşadığımız zaman dilimidir. Çoğunlukla da bu düşüncenin sonu depresyonla biter.
Yaşlılık, yetişkinliğin bir uzantısı olarak yaşam süresinin ileriki döneminde fiziksel ve ruhsal değişimlerin görüldüğü bir evre olarak tanımlanır. Çocukluktan ileri yetişkinliğe kadar farklı oranlarda Tanrılaşma kompleksi yaşarız. Yok olmamak için en büyük savaşı ise yaşlılık döneminde veririz
Fiziki değişim kaçınılmazdır ruhsal değişim ise tecrübelerle şekillenir. 20′ li yaşların ortasında olmama rağmen doğduğum zaman ile şimdiki zaman arasında belirgin olarak gördüğüm farklar saymak ile bitmez . Kendi gözümle baktığımda fark bu kadar büyükse bir de yaşlıların gözünden bakmaya çalıştığımda işler iyice ilgi çekici hale geliyor.
Teknolojinin olmadığı bir dönemde doğan bir kuşak ile teknolojinin içine doğan bir kuşak arasında benzerlik yok denecek kadar azdır. Bu durumda eski kuşaklar şimdiki kuşakla nasıl bir iletişim oluşturabilir? Bu yeni durumlara hangi oranda uyum sağlayabilir? Kendi varlığını nasıl duyurabilir ve kendini bu dünyanın içinde ne derece var olarak görebilir?
Bu çerçeveden baktığımızda aslında aralarının yeni gelişen dünya ile çokta iyi olmadığını söylemeye gerek yok sanıyorum. Yeni gelişen dünya demek zorundayız onların gözüyle baktığımızda çünkü hayata gözlerini açtıkları dünya ile her anlamda milyon tane fark var aralarında. Düşünce, davranış , dış görünüş bile değişiyor . Yaşlıların yapabileceği iki şey var ya buna direnip kendi dünyalarını devam ettirecekler var olabildikleri oranda , ya da bu duruma uyum gösterecekler . uyum göstermek kendi dünyalarını tamamen değiştirmek anlamına geldiği için genelde yaptıkları,yeniliğe karşı direniştir.Allah’ın yaratırken kendi ruhundan üfledigi insan için doğduğu dünyanın tamamen değişmesi bir nevi yok sayılması kabul edilebilir değildir .
Yaşlıların yeni düşünceleri kabul etmemesinin bir diğer sebebi de bizden çok daha fazla kayıp yaşamalarıdır. Doğdukları andaki dünya ile şimdi yaşanılan dünya arasında çok fark var . Yaşamakta olan arkadaşları ailesi artık bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardır. Kayıp bu kadar büyük olunca insan bir de düşünceleri de kaybolup gitsin istemez . Yaşadığı kuşağı kaybetmiştir bir kere . Şu an yaşamakta olan bambaşka bir kuşağa uyum göstermek zorundadır. Tanrılaşma kompleksi belirgin olarak burada sorun olmaya başlar. Düşüncem ölürse ben de ölmüş olacağım. Dillerinde her ne kadar ölümü kendi adlarına dilemiş dahi olsalar içten içe kimse bilinmeze doğru yolculuğa çıkmak istemez . Bu yüzdendir ki yeni düşünceleri inkâr etme gibi bir savunma mekanizması çıkarırlar ortaya . Bu yeniliğe karşı bir duruştur . En temelde yok olmaya karşı bir duruştur da diyebiliriz. Çünkü eskiler var oldukça ben varım diye düşünür . Bir yönden varoluş savaşıdır. Bunun bilincine varıp onlara tahammül edilemeyen insanlar olarak değil de varlığını kabullendiğimiz insanlar olarak bakmamız gerekir .
Şöyle der bir yazar ” ismini hatırlayan son insan da ölünce aslında hiç yaşamamış olacaksın.” Ömrünün bitmesine az bir zaman kaldığının farkında olan insanların düşüncesi acaba kendini ve diğerlerini yaşatmak mıdır? Ninemle geçirdiğim zaman boyunca bana çocukluğunda tanıdığı büyüklerden bahseder acaba onlardan bahsederken onları yaşanabilir kıldığı için mi bu denli mutlu oluyor?
Berkeley:” var olmak, algılanmaktır.” der. bu düşünceden hareketle ruhsal sağlık açısından algılanabildiğimiz ve algılayabildigimiz bir dünya olsun dilerim.